Este Bien ve Yaşam

Sosyal Medya ve Özgüven

Sosyal medya; günümüzde vazgeçemediğimiz, sürekli etkileşimde olduğumuz dijital dünyamız. Sosyal yaşantımız için de önemli bir yer tutmasıyla kabul edelim ki göz ardı edemeyeceğimiz bir mecra. Peki, sosyal medyada karşılaştığımız her şeyin doğruluğundan emin olabilir miyiz? Bazen photoshop ile üzerinde oynanmış görseller, “miş gibi” yaşamlar, “mükemmel hayat” yanılsaması ve bunun üzerimizdeki etkisiyle  “neden benim hayatım da böyle değil?” gibi sorularla karşılaşmamız bizi ve özgüvenimizi nasıl etkiliyor?  

Doğallıktan ayrıldığımız her adımda kendimizden de uzaklaşıyoruz. Sonucunda da kendimiz olamadığımız için özgüvensiz ve mutsuz bireylere dönüşüyoruz. Sosyal medyada bizi etkileyen çoğu içerik aslında bir havai fişeğin sadece patlama anı gibi yalnızca parıltısına şahitlik edebildiğimiz, görünüşte bizi yanıltacak içeriklerden oluşmakta. Burada sadece iyi anların süslenmiş bir halinin sunulduğunu aklımızdan çıkarmamalıyız. 

Hemen her kararımızda farkında olmadan sosyal medyanın tesiri altındayız. Bu durumda özgür olduğumuzu söylemek ne denli doğru olur? Çünkü ‘’özgür insan, zorunda bırakıldığı gerekliliklerin farkında olandır.’’  der Spinoza ve yol göstermek için ekler; ‘’ama eğer anlayabilirsem, zihnimi de değiştirmiş olurum. Zihnimi değiştirirsem de hayatımı…’’.  Fakat maskeli balodan farksız sosyal mecralar adeta siber zorbalık cennetine dönüşmüş durumda. Kimin söylediği belli olmayan kötü, çirkin veya gerçeklikten uzak yorumlar sizin değersiz ve  -iyi ya da kötü- olduğunuzdan farklı hissetmenize sebep oluyor. Böylelikle de ilkel ‘’savaş ya da kaç’’ içgüdümüz tetikleniyor. Sonucunda, ya tamamen bu mecralardan uzaklaşıyor, ya da doğal olmak yerine çeşitli filtrelerle kendimizi saklıyor, işleri bir adım öteye taşıyarak da yalnızca bizi tüketecek ama kendisi asla bitip tükenmeyecek olan mükemmel olma yarışına  giriyoruz. Evet, yalnızca bizi tüketecek. Öyle ki beğeni sayılarımız günümüzün nasıl geçeceğini belirliyorken, takipçi sayılarımız da otoritemiz ve özgüvenimizin göstergesi oluyor. Bu yarıştaki en tanındık kişilere ve yaşantılarına bakıldığında tükenmişlik sendromu, psikolojik ilaç ve yardımlar aldıkları, çevreye duyarsızlaştıkları ve en kötüsü de sosyal yaşamlarında duygusal boşluk hali yaşamaları bizi gerçeğin aynalarından ne kadar kaçsak da bir gün ‘’ben değersiz ve sevilmeyi hak etmiyorum’’ gibi sözcüklerle baş başa kalıp benzer dertlerden muzdarip olacağımıza işaret ediyor.

Bu tür yanılsamaları sunan içerikleri oluşturmaktan ve bu kültürü sürdüren içerik üreticilerinden uzaklaşarak, yani özümüze dönerek kendimizi sevmeli, doğallıktan yana tutum sergilemeliyiz. Kendimizle barışık olmalıyız. Çünkü En Güzel Halimiz, En Doğal Halimizdir.